8 Haziran 2008 Pazar

KUKLALAR MEDENİYETİ



KUKLALAR MEDENİYETİ

Gerçek değer üretemeyen, içinden gerçek kahramanlar, gerçek parıltılar çıkaramayan toplumlar, bol miktarda sahte değerle karton kuklalar üretir...
Seyretsinler, eğlensinler, oyalansınlar!..

Yeter ki derin düşünmesinler...

Analiz etmesinler...

Kimseden hesap sormasınlar...

“Bu gidiş nereye?” diye, “Beşbin yıllık tarih mirasını şanla, şerefle inşa ederek, asırlar boyu çeşitli dinlere, ırklara mensup toplulukları barış içinde yaşatabilen bir milletin torunları olarak niçin birbirimizle dövüşüyoruz, neden bir sevgi toplumu oluşturamıyoruz, neden bir türlü dirilemiyoruz?..” sualine cevap aramasınlar.

Televizyonun parıldatıp dayattığı saman alevleri bu tespitimizin canlı örnekleri...

Aslında onlar da gariban: Çünkü kısa bir süre kullanıldıktan sonra, kenara atılıyorlar...

Televizyon, bu yönüyle, tam bir eski şöhretler mezarlığı...



Aydını halktan kopuk ülkelerde bu kabil ârızalar fazlaca yaşanır...

Bizim aydınımız halktan kopuk!..

“Millet gider Mersin’e, aydın gider tersine!”

Halkla aydın, farklı değerlere sahipler. Bir bakıma aralarında “kıble uyuşmazlığı” var. Bu da sosyal hayatı keşmekeşe çeviriyor. Çünkü hayat, aydın kesimin dinamik desteğinden mahrum yaşanıyor.

Artık kendimize gelmemiz lâzım. İncir çekirdeğini doldurmayan meselelerle uğraşmayı, bu yüzden kavga etmeyi hepimiz bırakmalıyız...

Okumayı, araştırmayı ve düşünmeyi öğrenmemiz gerekiyor...

Gerçi düşünceyi ifadenin önünde hâlâ yasaklar var, ama bir şekilde onlar aşılır. Bugünkü yapımızla, yasaklar tümüyle kalksa bile, ifade edecek yeni düşüncelerden mahrumuz...

Zira bölücülük, ya da tahrip fikir değildir. Topluma yeni ufuklar açan, alternatif sunan yeni fikirlere ihtiyaç var.

Birlik unsurlarımızı öne çıkarıp bizi bin yıl müddetle bütünleştiren dini bağları güçlendirerek bir sevgi topumu oluşturabiliriz.

O çizgi üzerinde kardeşçe binlerce yıl daha yaşayabiliriz.

Unutmayalım: Bu vatanın bütünü hepimizindir!



Özgürlük, her ferdin, ya da her grubun yalnız kendisi için istediği bir Zümrüd-ü Anka kuşu...

“Ya benim gibi ol, yahut öl” anlayışı beynimizi kemiriyor...

Kimseye kendi inandığını, düşündüğünü, sevdiğini yaşama izni vermiyoruz; kılık kıyafeti belirlemek bile devlet tekelinde!..

Devletin zirvesindeki kavgalar, kavganın yaygınlaşıp toplumsallaşmasını körüklüyor. Kimi siyasî partiler fazla hırçın. Bazı liderler Türkiye'nin geleceği üzerine zar atıyor:

“Hadi düşeş gele!..”

Kimine “düşeş” gelen, vatandaşa “yaş” geliyor!

Böyle bir ortamda, toplum, neşe ve sevincini bile şiddetle ifade ediyor. Konserler savaş alanı gibi. Her maç sonrası ateşlenen silahlarla toplu katliam...

Ağlama Duvarı'na döndük!



Bizi aldatanlar, atlatanlar, birbirimize karşı kışkırtıp bizi birbirimize kırdırmak isteyenler, aynı zamanda hedef şaşırtıp bizi oyalamayı da çok iyi biliyorlar...

Gelsin eğlence programları, iki günde yapay “star”lar üreten dizi filmler, garip garip yarışmalar ve müstehcen yayınlar... Kimi zaman hoş, ama boş şeyler... Bu kargaşa ortamında sık sık hatırlamamız gereken şey şu: Hayat boş şeylerle uğraşacak kadar uzun değildir!

Boş şeylere yetişmekten “insan” yetiştirmeye zaman kalmıyor!



Halbuki tarihimiz, her yılın payına birkaç “cevher insan” düşecek kadar zengindi. Aynı millet olduğumuza göre, acaba dün başarabildiğimizi bugün neden başaramıyoruz?

Geçmişinin uzağına düşen, “zamane”nin tuzağına düşer. Biz “çağdaşlık” zannettiğimiz “zamane”nin tuzağına düştük. Ne kendimizi (tabii geçmişimizle birlikte) keşfedebildik, ne başkalarını (Avrupa filan) kavrayabildik. Ne “biz” kalabildik, ne “Avrupalı” olabildik. Hedefsizliğimiz tereddütlerimizi, tereddütlerimiz kuşkularımızı, kuşkularımız korkularımızı, korkularımız güvensizliğimizi besledi. Sonunda hiç bir işe yaramayacağımıza inandık (Şu meşhur, “biz adam olmayız” sendromu). O gün bugündür bir kısır döngü (eskilerimiz “fasit daire” derlerdi) içinde dönüp duruyoruz.

Kısır döngünün bir yerde kırılmasını ve o yerde “yeniden diriliş”in başlamasını istiyorsak, önce geçmişimizi “övgü” ve “sövgü” dışında, “olgu” olarak ele alıp irdelememiz lâzım.
***********
GÜNLÜK YAZILARINDAN....

Hiç yorum yok: